Buradasınız
Ana Sayfa > Yazılar > Alıntı Yazılar > Sanal Medrese(1.Bölüm)

Sanal Medrese(1.Bölüm)

1.BÖLÜM

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hamd ve övgü yalnızca alemlerin rabbi olan Allah (subhanehu ve teala)’a mahsustur. O’nun hidayet ettiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını ise hiç kimse doğru yola iletemez. Nefislerimizin kötü vesveselerinden, şeytanın şerrinden O’na sığınır ve O’ndan yardım isteriz. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete, kulluğa layık, hüküm ve kanunlarına boyun eğilecek hiçbir ilah yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resulü ve dinde yolu izlenecek, sünnetine uyulacak, kendisine muhalefet edilmeyecek son Peygamberidir.

İslâm dinine müntesip olan her bireyin, başta tevhid olmak üzere, bu dinin ilmini bilmesi zaruridir. Çünkü İslâm, ilim dinidir. Sağlam delillere dayanmış ve delilleri semavi olan bir dindir. Bu din hakkında konuşulduğunda veya amel edildiğinde, mutlak anlamda bunun kitap ve sünnette bir dayanağı olmalıdır.

Fakat konumuz itibarı ile ilimden, ilmin faziletinden vb. gibi konulardan bahsetmeyeceğiz. Başlığımızın ihtiva ettiği konu; öğrenilmesi zaruri olan bu ilmin nereden öğrenilmesi gerektiği ve internetten ilim öğrenme çabası içerisine giren insanların, aslında ilim yerine cehaleti öğrendikleri ile alakalıdır.

İnternet, gündelik iş ve ilişkilerimize dair tüm alanları kuşatmış olmanın yanında insanların İslâm dinini de öğrenmek için toplandığı sanal bir medrese hâlini almıştır. Din ile alakalı tüm sorular ona sorulmakta ve kendisinden gelen tüm cevaplar din olarak kabul edilmektedir. İnsanlar günlerinin büyük bir çoğunluğunu onun içerisinde geçirmekte ve buna gerekçe olarak da: “dâvet, ilim tahsili, dini mücadele” gibi cevaplar vermektedirler. Elbette internet aracılığıyla dinimize hizmet ettirmemiz mümkündür. Fakat dinimizi internete hizmetçi hâline getirdiğimizde ise “internet dini”ne tâbi olan ve dini kimliğini internetten şekillendiren bozuk bir karakter ortaya çıkacaktır. Dinini sanal medreseden öğrenen ve internetin din diye öğrettikleri ile amel eden kişiler, deyimi yerindeyse alnında yazılıymışçasına kendilerini belli etmektedirler.

Peki, bozuk kimliği ile insanı olumsuz yönde tanınır hâle getiren bu sanal medrese, kişide ne gibi olumsuz hasletler meydana getirmekte, şimdi bunları birkaç madde ile kısaca açıklayalım:

Kitap Okumamak

Dini sanal medresede öğrenen ve kimliğini internet dini ile şekillendiren insanlar genelde kitap okumazlar. Çünkü internet, onlara daha kolay yoldan dinlerini öğrenme imkânı sunmuş (!) ve kimden geldiği belli olmayan birkaç satır yazı ile onlara dinlerini öğretiyor. Öyle ki, altı ay öncesinden tevhid ile tanışmış bir kişi, daha bir tane dâhi kitap okumadığını söyleyebilmektedir. Bu olay, durumun vahametini gözler önüne sermektedir.

İslâmî ilimler; internet başında, kimden geldiği ve aslı astarı belli olmayan klişeleşmiş yazılarla öğrenilemez. Veya bir kişinin, bir başka kişinin sayfasından kopyalayıp yapıştırarak yapmış olduğu paylaşımlardaki delilsiz metinleri okuyarak da öğrenilemez. Kitap okumadan dinini internetten öğrenen kişi, dinini sağlam deliller ile bilemez. Böyle olunca da din hakkında söylenen her söze kulak asar ve dini hakkında sürekli şüphelere kapılır. Bu kişinin durumu, fırtınalı bir havada yerdeki yaprağa benzer. Rüzgâr ne tarafa esse, o da o tarafa doğru yol alır. Öyle ki, her gün din değiştirecek duruma gelir. Din adına söylenen sözlere aldanır ve kendisini taklit çukuruna saplar.

İslâmî ilimler; Kur’an ve sünnet başta olmak üzere, akâid, usul, fıkıh, tefsir, siyer, ahlak, zühd gibi ilimleri, asıl kaynaklarından okuyarak öğrenilir. İlmi, asıl kaynaklarından alarak öğrenen kişiler, sağlam deliller ile bilgi edinirler. İnandıkları şeye bir bilgi üzere inanır. Din adına söylenen her söze kulak asmaz ve inançlarından şüpheye kapılmazlar. Bu kişilerin durumu ise, kökü yerde sabit olan ağaca benzer. Onlar, dinine kıymet vermiş ve ilmin değerini bilmiş kişilerdir.

Konumuz ile ilgili bir kısım âyetler şu şekildedir:

اقِْرأَْ بِاس مِ رَبكَِّ الَّذّي خَلقَََۚ

“Oku, yaratan Rabbinin adıyla”[Alak Suresi: 1]

الََّذّي علََّّمَ بِالقَْلمًَِۙ

“O ki, kalem(le yazmayı) öğretti.”[Alak Suresi: 4]

Âyetlerde de görüldüğü gibi Rabbimiz kullarına okumayı emretmiş ve kendilerine kalem ile yazmayı öğrettiğini belirtmiştir. Burada –Allah en doğrusunu bilir- okumanın ve yazmanın önemi vurgulanmış ve insanlar bunlara teşvik edilmişlerdir. Çünkü bu din, günümüze kadar bu vesile ile taptaze bir şekilde gelmiştir. Selef ve onlara güzellikle tâbi olanlar -Allah onlardan razı olsun- ilmi kayıt altına alarak birçok eser neşretmişler ve Müslümanlar da bu eserleri okuyarak ilim tahsili etmişlerdir. Dini ilimler hakkında eser kaleme alarak geriye büyük bir miras bırakmışlar ve insanların bu eserleri okuyarak İslâmî ilimlere ulaşmalarını sağlamışlardır.

İnen ilk âyeti “oku” olan kitaba iman ettiğini söyleyen bir insanın, muhatap olduğu ilk âyeti göz ardı ederek okumaması, bunun yerine gününün birçok saatini internette geçirerek bu şekilde “okuduğunu” iddia etmesi, oldukça üzücü ve bir o kadar da vahim bir durumdur.

O halde yapmamız gereken şey, faydalı ve doğru bilgi edindiğimizi zan ederek internette kimden geldiği belli olmayan yazıları okumak değil; yukarıda da değindiğimiz gibi başta Kur’an ve sünnet olmak üzere, diğer İslâmî ilimleri kendi kaynaklarından okuyarak veya Müslümanların ders halkalarına katılarak ilim sahibi olmaktır.

Dinde Şüpheye Düşmek

Sanal medresenin verdiği en büyük zararlardan birisi de, insanları dinleri hakkında şüpheye düşürmesidir. Zamanının çoğunu internette tüketen ve dini orada yaşamaya çalışan kişiler, genelde bir yerden sonra dinleri hakkında şüpheye düşmektedirler. Bu kişilerin akılları sürekli bulanık olur. Olmadık şeylerden kuşkulanırlar ve gereksiz olan meseleleri kendisine dert edinirler. Bu kişiler, konuşulan her sözden farklı ve alakasız bir şey çıkartmaya çalışırlar. Sıradan herhangi bir mesele hakkında kendileri ile konuşulduğunda dâhi, bir de bakarsın ki konu iman ve küfür meselesine dönmüştür. Onlar, amel etme yönünden kendilerini ilgilendirmeyen, şâri’in kendilerine teklif etmediği şeyleri gündem edinirler. Gereksiz yere çok soru sorarlar ve bu şekilde sorumluluklarını daha da arttırırlar. Sosyal paylaşım ağlarında: “Ahiler, şunun hükmü nedir? Şu meselede ne dersiniz? Şu şöyle olursa ne olur? Farz edin böyle oldu, ne yaparsınız?” gibi, bu insanların yaptığı paylaşımları görürsünüz. Nihayetinde bu paylaşımların altında da birbirine giren onlarca insanın yorumları ile karşılaşırsınız. Bu yorumların arasında: “Sana ne arkadaş bu işin hükmünden? Böyle bir şey yaşadın mı ki bunu gündeme getiriyorsun? Eğer başımıza böyle bir olay gelirse, bunu o zaman araştırırız” tarzında cevap veren birilerine rastlamak pek de mümkün değildir.

Şüphe, insan için oldukça tehlikeli olan bir tuzak ve şeytanın sinsice kullandığı en tehlikeli silahlarından birisidir.

لَا يسَْتأَْذِنكَُ الَّذّينَ يؤُْمِنوُنَ بِاللهِّّٰ وَاليْوَْمِ الْاخِّٰرِ انَْ يُجاَهِدُوا بِامَْواَلهِمِْ وَانَفُْسِهِمَْۜ وَاللهّّٰ علَيم بِالْمتَُّقّين انَِّّماَ يسَْتأَْذِنكَُ الَّذّينَ لَا يؤُْمِنوُنَ بِاللهِّّٰ وَاليْوَْمِ الْاخِّٰرِ وَارْتاَبتَْ قلُوُبُهمُْ فهَُمْ
في رَيْبِهمِْ يتَرََدَّّدُونَ

“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini pekiyi bilir. Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler.” (Tevbe, 44,45)

افَي قلُوُبِهمِْ مَرَضٌ امَِ ارْتاَبَٓوُا

“Kalplerinde hastalık mı var, yoksa şüphe mi ediyorlar?”(Nur, 50)

Şeytan, etkili olan bu silahını tüm zamanlarda kullandığı gibi, sahabe döneminde de kullanmıştı. O gün Allah subhanehu ve teala, kendiliğinden ölmüş olan hayvanların etlerini yemeği Müslümanlara haram kılmıştı. Şeytan da bu olay üzerine boş durmamış ve bunu kendisi için büyük bir fırsat görmüştü. Müslümanların bu yasak hakkında şüpheye düşmeleri için Mekke müşriklerine vesvese vermişti. Nitekim o, kimi zaman doğrudan insanları vesvese ile şüpheye düşürür, kimi zaman da insanlardan edindiği dostlarına vesvese vererek, onların bu rolü üstlenmelerini sağlar.

وَانَِّّ الشَّّياَطينَ ليَوُحُونَ الَِٓىّٰ اوَْليَِٓاَئِهمِْ ليِجَُادِلوُكُمَْۚ

“Muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar.”(En’am, 121)

Mekke müşrikleri de Müslümanlara gelerek, ortaya şöyle bir şüphe attılar: “Siz, keserek öldürdüğünüz hayvanların etlerini helal sayıyorsunuz, fakat Allah’ın canını alarak öldürdüklerini ise haram kabul ediyorsunuz!” İçerisinde Allah subhanehu ve teala’nın da adının anıldığı oldukça tehlikeli bir şüphe! Bir kısım sahabeler bu şüphe üzerine “acaba mı” dediler ve bir an kuşkuya kapıldılar. Bunun üzerine Rabbimiz şöyle buyurdu:

وَانِْ اطََعْتمُُوهمُْ انَِّكُّمْ لمَشُْركُِو ن

“Eğer onlara itaat ederseniz, muhakkak ki siz de müşrik olursunuz.”(En’am, 121)

Şüphe, insanın imanını dâhi elinden alabilecek kadar büyük bir hastalıktır. Müslümana düşen, Rabbimizin kendisini sorumlu tutmuş olduğu amel ne ise onu yerine getirmektir. Şayet kendiliğinden ölmüş olan hayvanların etleri haram kılındı ise bu, haram kabul edilecek ve bununla amel edilecektir. Artık bu nas üzerinde akıl yürütmeye kalkışarak kendisini şüphe çukuruna düşürmeyecektir. Veya “şöyle olursa ne olur, böyle olursa ne olur” gibi, amel yönünden sorumlu tutulmadığı ve kendisini ilgilendirmeyen işlerin peşine düşerek, imanı ile oynamayacaktır.

İnsanı şüpheye düşürecek olan sebepler vardır. Bu sebeplerden üç tanesi ise şunlardır:

  1. İnsanın, kendisini ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmesi
  2. Çok soru sorması
  3. Fetvanın kimden ve nasıl geldiğini önemsemeksizin dinlemesi

Birincisi: Sanal medreseden beslenen insanlara baktığınızda, henüz vuku bulmamış, amel etme yönünden sorumlu tutulmadıkları şeyler hakkında çokça soru sorarlar. “Eğer böyle olursa ne olur, şöyle olursa ne olur” gibi henüz daha karşılaşmadıkları meseleler hakkında konuşur ve amelî olarak gerçekleşmemiş olayları gündem taşırlar. Böylece gereksiz, hayatta karşılığı olmayan tartışmalar başlatarak insanların zamanın israf ederek yeni ihtilafların çıkmasına yol açarlar.

İbn Receb el-Hanbeli şöyle demiştir:

Bu hususta, yani bir konu vuku bulmadan önce onunla ilgili sorular sorma hakkında, sahabe-i kiram ve tâbiinden bunu mekruh gördüklerine ve böyle sorulara cevap vermediklerine dair pek çok rivayet vardır.

Amr bin Mürre radiyallahu anhu şöyle demiştir:

Ömer radiyallahu anhu insanların huzuruna çıktı ve şöyle dedi:
“Gerçekleşmeyen hadiseler hakkında sorular sormanızı yasaklıyorum. Zaten gerçekleşen hadiseler bizi yeterince meşgul ediyor!”

İbn Ömer radiyallahu anhu şöyle demiştir:

“Gerçekleşmeyen hadiseler hakkında sorular sormayın. Çünkü ben Ömer radiyallahu anhu’nun, henüz gerçekleşmemiş konular hakkında soru soranları lânetlediğini işittim.”

Zeyd bin Sâbit radiyallahu anhu da kendisine bir konu sorulduğu zaman: “Bu husus gerçekleşti mi?” diye sorar, gerçekleşmediğini söylediklerinde de: “Bu konu gerçekleşinceye kadar onun hakkında soru sormayı bırakın” derdi.

Mesrûk şöyle demiştir: Ubey bin Ka’b radiyallahu anhu’ya bir konu sordum. Bana: “Bu konu henüz gerçekleşti mi?” diye sordu. Ben de olmadığını söyleyince: “Gerçekleşinceye kadar bizi rahat bırak. Yaşandığı zaman içtihad eder, bu konudaki görüşümüzü söyleriz” dedi.

Salt bin Râşid şöyle nakleder: Tavus’a bir mesele sordum. Beni azarlayarak: “Bu mesele şu anda meydana geldi mi?” diye sordu. Ben de, meselenin yaşanmış olduğunu söyledim. Bana: “Allah adına söyle, yaşanmış mıdır?” diye tekrar sordu. Ben de, Allah adına söylüyorum, yaşandı! dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi: Dostlarımız bize Muaz bin Cebel radiyallahu anhu’nun şöyle dediğini naklettiler:

“Ey insanlar! Bir mesele başınıza gelmeden önce, o konuda acele etmeyiniz. Sonra her biriniz şuraya, buraya dağılırsınız (görüş ayrılığına düşüp parçalanırsınız). Bir mesele başınıza gelmeden önce, o konuda hüküm vermede acele etmezseniz; o mesele yaşandığı zaman, o konu sorulduğu vakit Müslümanların arasında doğruyu bulacak olanlar veya muvaffak olanlar mutlaka bulunacaktır.”

Meymûnî şöyle demiştir: “Ebû Abdullah’a –yani Ahmed bin Hanbel’e- bir soru sorulduğu zaman: “Bu mesele vuku buldu mu? Şuanda bu iş başınıza geldi mi?” dediğini işittim.”

Ebû Davud, el-Merâsil isimli eserinde, İbn Aclân, Tavus, Muaz tarikiyle merfû olarak şöyle rivayet eder: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Başınıza bir musibet (mesele) gelmeden, o konuda acele etmeyiniz. Eğer bu esasa bağlı kalırsanız, (o mesele yaşandığı zaman) konuştuğu vakit doğruya isabet eden veya muvaffak kılınan kimseler, Müslümanlar içerisinde bulunmaya devam eder. Fakat siz, musibet gelmeden önce (onun hükmünde) acele ederseniz, kiminiz şuraya, kiminiz buraya giderek yollarınız dağınık bir hal alır.”(İbn Receb el-Hanbeli, Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, 1/297, 298, 299. (Semerkand yay.))

Rivayete göre Tavus şöyle demiştir: Ömer radiyallahu anhu minberin üzerinde şöyle demiştir:
“Henüz meydana gelmemiş olan şeyi soran adamı, Allah’a yemin ederim ki sıkıştıracağım! Çünkü Allah, meydana gelmiş olan şeyi açıklamıştır.”(Sünen-i Dârimî, No: 126. (Konya kitap.))

Bu nakiller, henüz daha gerçekleşmemiş olan meseleler hakkında konuşarak, kişinin amel yönünden kendisini ilgilendirmeyen meseleleri gündem etmesinin yersiz ve zarara sebebiyet verdiğini gösteren bir kısım nakillerdi.

Bir sonraki bölüme erişmek için buraya tıklayınız.

 

 

 

Top